AN-TAH-SUM: Anadolu’nun Bağrı
Orta anadolunun bâzı köylerinde hâlen devam eden bir gelenek var. Bahar aylarında tabiat üstündeki beyaz gelinliği atıp renk cümbüşüne döndüğünde çiğdem günü adıyla (Maraş’ın Alevi köylerinde Chilla adı ile biliniyor) bir bayram kutlanır. Çiğdemler toplanır, bir evden buğday, diğerinden salça gibi her evden bir malzeme alınarak çiğdem pilavı yapılır ve hep birlikte yenir.
Bu geleneği ilginç kılan ise tarihinin binlerce yıl geriye gitmesi.
Bu bayram bize hititlerin bir armağanı.
Hitit yazıtlarına AN-TAH-SUM bayramı olarak geçiyor. Tüm bu bilgileri bize aktaran ise Mesut Alp’in konuğu olan Prof. Tuba Ökse Konuğum. Tuba hocanın dikkatimizi çektiği bir başka husus ise, aslında Nevruz ile aynı tarihlere ratslayan An-Tah-Sum bayramının bir yeni yıl kutlaması olduğu. Yılbaşını gece vakti kutlamanın yeni bir adet olduğunu, aslında anadoluda binlerce yıldır yılbaşı kutlamasının gündüzleri yapıldığını vurguluyor. 21 Mart’ta gece ve gündüzün eşit olduğu, gündönümü olarak bilinen bu günde yapılan ve günümüze kadar ulaşan binlerce yıllık bayramlar…
Örneğin Mesut Alp, Mardin yöresindeki bazı inanışların kökeninin çok eski mitolojilere dayandığından bahseder. Günümüzde de bu inanışlar, örf ve âdetler devam etmektedir.
Anadolunun bir başka köşesinde Muğla/Milas/Çomakdağ’ın kadınları da 2000 yıllık izleri ile bize Anadolu daki devamlılığı anlatıyor.
Karia kazılarında ortaya çıkarılan kadın figürleri ile günümüzde o bölgede yaşayan kadınların geleneksel kıyafetleri neredeyse tıpatıp aynı.
Anadolunun kadim medeniyetleri, isimleri değişse de hâlen varlığını sürdürüyor olabilir mi?
Dilimizin, kültürümüzün, kılık kiyafetimizin, geleneklerimizin bize gösterdiği bir şey var: biz bu topraklarda daha önce yaşamış medeniyetlerin bir karışımıyız. Medeniyetler beşiği olarak anılan Anadolu’daki halklar farklı isimler, dinler veye yönetimler altında var olmaya büyük ihtimalle devam ettiler.
Her ne kadar ekseriyetimiz orta asyadan göçüp gelmiş olsa da, bu toprakların kadim insanları ile bir arada yaşamayı, farklı bir birliktelik oluşturmayı başarmışız.
İslam dininin hâkim olduğu bu coğrafyada hem eski kültürümüzün birçok unsurunu (kına yakılması, bebeğin kırkının çıkması, ölünün kırkıncı gün yemeği vs), hem de Anadoluda kök salmış eski medeniyetlerin gelenek ve göreneklerini dini yaşayışımız içerisine yedirdiğimiz görünüyor.
Anadoluda binlerce yıldır yaşamış olan insanların kültürlerinin, dini inanışlarının, yemeklerinin, bayramlarının, kutlamalarının bir şekilde varlığını sürdürmesi, ne kadar kıymetli ve özel bir coğrafyada yaşadığımızı göstermesi açısından önemli.
1915 Ermeni tehciri ise ne yazık ki bu serüvenin en acı kesiti.
Bu durum ise bize ayrı bir sorumluluk yüklüyor: somut veya somut olmayan bu kültür varlıklarını ortaya çıkarmak, korumak ve kayıt altına almak.