Bekir Amca
Acaba bu yol nereye çıkıyor? Deneyelim bakalım.
Alice’in bir çukura düşerek hârikalar diyârına çıkması gibi, biz de Kurumcu köyünün sonundaki dar yoldan vâdiye doğru ilerlemeye başlamıştık. Cırcır böcekleri, kuş cıvıltıları, sıra sıra uzanan teras bahçeler… Köyün içinden defalarca geçmemize rağmen aşağı tarafa hiç inmemiştik. Daha doğrusu eski köy olarak anılan bu bölgeyi yukarıdan görmenin de bir imkânı yoktu. Mutlaka yolunuzu bilerek veya bilmeyerek bu tarafa düşürmeniz gerekiyordu. Bahçelerin büyük bir kısmı ile belliki uzun bir zamandır kimse ilgilenmiyordu. Meyve ağaçlarının dalları kurumaya yüz tutmuş, bahçeleri ot basmıştı. Bu taraflardan köylüler elini çekmiş ama mekânın gerçek sâhipleri, börtü böcek ve yaban hayatı geri dönmüşe benziyordu. Zamanında onlarca bahçesiyle yörenin Adana’sı olarak bilinen, her hafta 2 kamyon sebze üretilen bu vâdi şimdi kaderine terkedilmiş, nîmetlerinden kuşların, ayıların, domuzların, sincapların, geyiklerin ve daha nice hayvanın faydalandığı bir hayalete dönüşmüştü.
Köy sadece bahçeleri ile değil, evleri ile de bir hayâleti andırıyordu. 70'li yıllarda köyün alt tarafında meydana gelen bir heyelan sonucunda köyün büyük bir kısmı yukarı tarafa taşınmıştı. Yukarı taraftaki yeni evlerine yerleşen köylüler vâdideki bahçeleri ile uğraşamaz olmuşlardı. Tabi bunda köyden şehre göçün de yadsınamaz bir payı vardı. Köylünün yavaş yavaş terk ettiği bahçelere yaban hayvanları da girer olmuştu. Bu ise bahçeciliğe devam eden köylüleri rahatsız eden diğer bir durumdu.
Yıllar yılları kovalamış, sonuçta neredeyse tüm vâdi sessisliğe bürünmüştü.
Bahçelerin içinden âheste âheste ilerleyerek bir pınar başına varmıştık. Aracımızı durdurarak etrafı keşfetmek üzere bahçelerin arasında yürümeye koyulduk. Normal bir yoldan dar, bir patikadan ise geniş bu yol belliki daha önce sâdece at veya öküz arabaları tarafından kullanılıyordu. Yol boyunca ceviz ağaçlarının koyu gölgeleri ve bir su arkı da bize eşlik ediyordu. Uzun zamandır el değmemiş bahçelere meydan okuyan bir fasulye bostanı görmek bizi ziyadesi ile memnun etmişti. Demekki hâlen çiftçilik ile uğraşan köylüler vardı.
Bahçenin yanından geçerken yaşlı bir çiftin sessizce çalıştığını görerek yanlarına vardık.
Feride teyze ile koyu bir sohbete tutuşmamız çok vakit almamıştı. Ama eşi Bekir amca biraz çekingendi.
Aşağı köyde yaşayan 2 aileden birisiydi. Baş odadaki ocağı, yüklüğü, zâhireliği ve hayatı ile Anadoludaki eski köy yaşamını tüm sâdeliği ile göz önüne seren evlerine dâvet etmişlerdi bizi.
Eve her konuk olduğumuzda Feride teyze “Guzuuum” diyerek bizi içtenlikle kucaklıyor ve telaşla evinde ne var ne yok bize sunmaya çalışıyordu. Tandırda yeni pişirdiği ekmeği, bostanda yetiştirdiği nane kurusunu…
Bir ziyaretimizde şehirdeki çocukları ve torunları da oradaydı. Çocuklara vâdideki dereye hiç inip inmediklerini sorduğumuzda hayır yanıtını almak bizi üzmüştü. Zîra köyün yanıbaşındaki vâdinin güzelliği, bir süre önce ziyaret ettiğimiz Grand Canyon ile yarışabilirdi.
Feride teyze ve Bekir amca ile başlayan bu arkadaşlığımız 4 yıl boyunca devâm etti.
Bostanımıza uğradığımızda içecek su ihtiyacımız karşılamak için Bekir Amca’ların evinin yanıbaşındakı pınara gidiyor, bu vesile ile onları da ziyaret ediyorduk. Bekir amcaların evinde su sistemi yoktu. Suyu bidonlar ile eve taşıyorlardı. Bu yüzden olsa gerek pınar başında veya civarda Feride teyze ile karşılaşıyorduk.
Bu arada Bekir amca da yavaştan bize ısınmaya başlamıştı. Bekir amca bostanların hepsinin işlendiği, köylünün harıl harıl çalıştığı zamanlarda sakalık yapmıştı. Şimdilerde Hayrettin amcanın yaptığı Sakalık o zaman stratejik önemi olan bir meslekti. Bahçelerin tüm sulaması Bekir amca ve arkadaşından sorulurdu. Kar suları ile dolan köyün yukarı tarafındaki göl, bahar ve yaz aylarında bahçeler için bulunmaz bir nîmete dönüşüyordu. Bu suyun arkları tâkip ederek bahçelere verilmesi, arkların tanzîmi, kimin hangi zaman, kaç saat suyu kullanabileceği gibi hususlar Bekir amcanın görev alanıydı.
“Günlerce gece gündüz çalıştığımız zamanlar olurdu, gece de dâhil bahçe sulamaları devam ederdi” diyordu penceresinden vâdiye bakıp eskiyi yâdederken. Pencereden görünen şahane manzaraya doyum olmuyordu. Uzaklarda görünen yalçın kayalıkları sorduğumda, orada müslüman ve gavur kalesi olarak bilinen iki kale olduğundan, oralara hayvan otlatmaya gittiklerinden bahsetmişti.
Bu, Bekir amca ile son görüşmemiz olacaktı.
Bekir amcanın kalbi onu daha fazla taşıyamamıştı. Başsağlığı için ziyâret ettiğimiz Feride teyze bizi bağrına basarken, köyde onu ziyarete devam etmemiz için bizden söz almayı da ihmal etmedi.
Bostanımızın bir köşesindeki naneler ise baharın gelmesiyle hafiften boy göstermeye başladılar.
Âdeta yeniden canlanıyor gibiler, onları bize veren Bekir amcaya nezire yaparcasına…