Ermeni

Seyithan Ahmet Ateş
3 min readApr 22, 2020

Berklee müzik kolejinin zemin katında, ses geçirmez camın arkasındaki müzisyene bakarken dikkatimi zilin markası çekmişti: Zildjian. Biraz araştırdığımda ise bu markanın bildiğimiz zilci anlamına geldiğini, sahiplerinin ise ermeniler olduğunu öğrenmiştim. Zildjian ailesinin hikâyesini ise ayrı bir yazıda ele almıştım.

Biraz dikkatli bakmaya başladığımda ise, Ermeni mirasının farklı şekillerde bizi çepeçevre sardığını, ama bunun farkında olmadığımızı gördüm.

Geçenlerde elime aldığım 1915 olayları ile ilgili kitap ise bu mirası tekrar gündemime soktu.

Ülkemiz, coğrafyamız birçok fay hattı üzerine kurulu.

Bu fay hatları bildiğimiz deprem fay hatları değil.

Konuşmaya, tartışmaya, anlamaya çekindiğimiz, korktuğumuz, bu sebeple üzerini kapattığımız fay hatları. Bunlardan ülkemizde onlarcası var. Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Araplar, Osmanlı, Kürtler, Kemalizm ve İslam bunların başında geliyor.

Bu meseleleri etraflıca konuşmadadıkça, tartışmadıkça bu fay hatlarındaki enerjiyi boşaltmamız mümkün değil. Aksi takdirde hareketli bir zemin üzerinde birşeyler bina etmeye çabalıyoruz demektir.

Etrafımıza duyargaları açık bir şekilde baktığımızda ve geçmişi farklı kaynaklardan okumaya başladığımızda bu fay hatlarının farkına varıyoruz.

Ermeni meselesi bu fay hatlarından birisi.

Merzifon ermenilerinden hayatta kalan ve ABD’ye göç etmiş ermenilerin anılarını anlattığı sesli tarih projesi çok acı hâtıralar ile dolu.

Ya da Uruguay’daki Maraşlı Ermeniler topluluğunun aktardıkları. Bu ermeniler hâlen Türkçe konuşuyor ve Uruguay’da büyük bir topluluk olarak hayatlarına devâm ediyor.

Eşimin Samsun/Çarşamba’daki köyüne yakın diğer köyün ismi zâten hikâyeyi özetliyor: Kilisekıran. Kayıtlara göre o civarda onlarca ermeni köyü vardı. Bu ermenilerden geriye kalan bir kiliseyi geçen yılların birinde ziyâret etmiş, defineciler tarafından harap edildiğine şâhit olmuştum.

Bu aralar göz attığım tehcir süreci ve yaşanan katliamları anlatan kitap ise verdiği tüm ayrıntılar, Osmanlı mahkeme kayıtlarında geçen tanıklıklar ile birçok üzücü hâdiseyi gözler önüne seriyor.

Osmanlının son sayıştay başkanı bir Ermeniydi. Dünyaca ünlü Ortaköy camiisinin mimârı da.

Şu anda Kurtuluş savaşı müzesi olarak da kullanılan ilk meclis, TBMM müzesi ve Ulus meydanının olduğu yerler ise 1915'e kadar yoğunlukla yahudi ve ermeniler tarafından kullanılan büyük bir mezarlıktı. Buradan kaldırılan ermeni ve yahudi mezar taşlarının bir kısmı bugün Ankara’daki Roma Hamamı müzesinin bahçesinde görülebilir.

Tarihimizin tozlu rafları bu ve benzeri onlarca hâtıra ile dolu.

Sadece târihimiz değil.

Bugün kullandığımız birçok yer ismi, dilimize yerleşmiş kelime de ermenilerden bize yâdigar: Avanak, mor, moruk, örnek, pancar, tırtıl bunlardan bâzıları.

Osmaniyeliler havaların sıcak olması dolayısı ile yazın yaylalara çıkarlar. Bizim yaylamızın ismi Mitisin’di. Biraz ilerideki yaylanın ismi Zorkun, aşağı taraftakinin ise Fenk. Tüm bunlar Ermenilerden kalma yer isimleri. Sadece o da değil. Toros dağları da ermenilerden bize mîras. Toros eski bir ermeni kralı.

Ermeni halk oyunları ile Türk halk oyununu birbirinden ayırt etmek imkansız. Yemekler de öyle.

Yüzlerce yıl bir arada yaşamış iki topluluk olarak birbirlerini her alanda etkilemişler.

Dedemlerin Maraş/Afşin’deki köyünün halk ağzındaki ismi Norşın. Yıllar sonra bu ismin Ermenice Yeniköy anlamına geldiğini fark etmek şaşırtıcıydı.

Ankara’da Yenikent yakınlarındaki Zir vadisi 1915'e kadar önemli oranda Ermeni nüfusu barındırıyordu. Bugün ise sadece bir aile yaşıyor.

Etrafımıza baktıkça, bize öğretilen doğruları sorguladıkça karşımızda daha farklı bir beliriyor. Bu resmi ortaya çıkarmak ise konfor alanından çıkmayı, mayınlı bir arazide yürümeye râzı olmayı gerektiriyor.

Bu resme bakmak bazen canımızı acıtıyor, yüzümüzü kızartıyor.

Ama artık büyüdük ve gerçekler ile nasıl baş edebileceğimizi öğrenmemiz gerekiyor.

--

--

Seyithan Ahmet Ateş
Seyithan Ahmet Ateş

Written by Seyithan Ahmet Ateş

Akademisyen — Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi

No responses yet