Finlandiya Eğitim Sistemi ve Üsküdar’da Bir Attar Dükkanı
Eğitim ve öğretim faaliyetlerini nasıl daha verimli hâle getirebiliriz? Okuldaki ders sayısını ve okulda geçirilen zamanı artırarak bunu başarabileceğimizi düşünüyoruz. Fakat bunun tam tersini yaparak başarılı olan örnekler var.
Finlandiya bunlardan birisi.
Finlandiya aynı zamanda babaların çocuklarıyla annelerinden daha fazla zaman harcadığı da neredeyse tek ülke. En az ev ödevi verilen ülkelerden birisi de yine Finlandiya. Günlük neredeyse yarım saati aşmayan ev ödevleri var öğrencilerin.
Okula başlama yaşı da ortalamanın üzerinde. Finlandiya’da çocuklar 7 yaşında formal eğitime başlıyor. 7 yaşından önce çocukların oyunlarla vakit geçirmesinin daha faydalı olacağına inanıyorlar. Vurgu yaptıkları diğer husus ise önemli: “ana okullarında çocukları ilkokula hazırlamıyoruz, onların mutlu ve sorumlu bireyler olmaları için çalışıyoruz”. 7 yaş öncesi eğitimde merkeze oturttukları kavram ise “oyun”.
Yukarıdaki tabloda da görülebileceği gibi, Finlandiya’da çocukların okulda harcadıkları zaman diğer ülkelerden daha az. Eğitime 8–9 gibi başlayıp öğleden sonra 1–2 gibi bitiriyorlar. Haftalık 25 saat dersin 9 saati ise sanat ve spor etkinliklerinden oluşuyor.
Peki tüm bunlardan nasıl bir sonuç çıkarabiliriz?
Eğitim ve öğretim birbiriyle geçişli fakat farklı alanları kapsayan kavramlar. Her ne kadar “öğretim” büyük ölçüde okullarda, sıralarda yapılabilse de, geniş manada “eğitim” toplumun içerisinde, onun değerleri ile şekillenen bir olgu. Finlandiya bir mânâda toplumu bir eğitici olarak kabul ediyor. Çocuğun okul yerine şehirde, sokakta, parkta, kütüphanede geçireceği zamanın ve yaşayacağı deneyimlerin daha önemli olduğunu düşünüyor. Bu deneyimlerin ise öğrencileri vatandaşlık bilinci, yaşam becerileri ve sağlıklı bir toplum için gerekli erdemler ile donatacağını umuyor.
Eğitim ve öğretim konusunda yapılan tartışmalar çoğu zaman toplumsal sorumluluğu göz ardı ediyor. Bu sorumluluk ise hem çocuklara ve gençlere günlük hayatlarında örneklik teşkil edebilmeyi, hem de okul hayatlarına katkı vermeyi gerektiriyor.
Kızımın ABD’de gittiği okulda velilerin, çevredeki üniversitelerin ve STK’ların eğitim ve öğretime verdikleri katkıyı birebir gözlemleme şansı elde ettik. Eğitimin sorumluluğu üzerinde hisseden üniversiteler çocuklara yönelik birçok program düzenliyordu. MIT, çocukları üniversite laboratuvarında ağırlıyor, hafta sonu düzenlediği eğlenceli etkinlikler ile çocuklara bilimi sevdirmeye çalışıyordu. Harvard üniversitesinin öğrencileri ise okul sonrası çocukları ev ödevlerini yapmaları için gönüllü oluyorlardı. Şairler derneği ise çocuklara şiirleri sevdirmek için çalışıyordu. Çocuklar okulda çıkar çıkmaz karşılarına çıkan gerçek hayatta ise kurallara uyan, birbirlerini selamlayan, nazikçe birbirlerine yol veren, sanatsal faaliyetlere ilgi duyan, sırasını bekleyen, spor yapan, okuyan ve disiplinli bir çevre görüyorlardı (Bu durumun ABD’deki genel durumu yansıtmadığını, ABD’nin eğitim ve gelir seviyesi en yüksek yerlerinden Cambridge/Massachusetts bölgesine has bir özellik olduğu not etmem gerekir). Bu ise onların okuldaki eğitimlerini perçinliyor, bir tezatlık teşkil etmiyordu.
Ülkemizdeki eğitim sisteminde gördüğüm tezatlardan birisi, çocuklardan ve gençlerden çalışkan, dürüst, yaratıcı, erdemli, sorumlu, meraklı ve kendini geliştiren birey olmalarını beklerken bu alanda gerekli örnekliği göstermeyişimiz. Eğitimdeki ana sorumluluğumuz; çocuklarımızı okula bırakmak, kılık kıyafet almak, kurslara götürmek, okulun veya öğretmenin talep ettiği ücretleri zamanında vermekten ziyade onlara güzel örnek olabilmek.
Ahmet Yüksel Özemre’nin yakın zamanda okuduğum “Üsküdar’da Bir Attar Dükkanı” adlı eseri, eğitim sisteminde ıskaladığımız bu örneklik konusunu aklıma getirdi.
3 yaşından îtibâren 53 sene sâdık bir müdâvimi olduğu bu attar (halk arasında bilinen adıyla aktar)dükkanı Özemre için âdetâ bir hayat mektebi vazîfesi görmüş. 12 metrekarelik bu ufacık mekânın bir insanı nasıl şekillendirdiğini anlatıyor kitap. Zevkle okunan bu hâtırattan, daracık ama ziyaretçisi bol attar dükkanının bir çocuğun yeni oluşan değer dünyasını ve karakterini nasıl kaneviçe gibi işlediğine şâhit oluyoruz. Özemre bu durumu şöyle aktarıyor “Bu dükkan, sâdece ihtivâ ettiği envâ-ı çeşit metâ’ ve sâhiplerinin müstesnâ şahsiyetleri bakımından değil, fakat pekçok ehl-i irfân ve ehl-i san’atin de bir toplantı ve sohbet mahalli olması bakımından ilgi çekerdi. Bu dükkan nice dostlukların, nice himmetlerin, nice hayırların, nice tefekküre şâyân ibretlerin, nice rahmânî füyuzâtın, nice irşâdların sebebi ve mihveri, benim de mânevî eğitimim ve kültürümün en mühim kaynaklarından biri olmuştur”(1)Özemre Ahmet Yüksel, Üsküdar’da Bir Attar Dükkanı, İstanbul, 2019 s.7–8.
Kitapta ayrıntıları ile yer alan birçok olay, dikkatli bir gözlemci olan müellifin hem davranışlarını hem de düşünce dünyasını etkilemiş. Neyzen Niyâzi Sayın, ebru ustası Mustafa Düzgünman ve daha birçok Üsküdarlı bu küçük mekânın müdâvimleri arasında. Özemre bir taraftan bu müdâvimlerin muhabbetlerine kulak misafiri olmuş, diğer taraftan ise o zamanlarda ticâret hayatına hâkim olan ahlâki ve içtimâi kurallara tanıklık etmiş. Müşteriye güzel sözle muamele etme, tartılacak malzemeden önce kağıdın veya poşetin tartılarak darasının alınması, gerekirse nasıl kullanılacağının bir kağıda not edilerek müşteriye verilmesi, ihtiyaç sâhiplerini incitmeden yapılan yardımlar, esnaf dayanışması, hadsiz kazançtan ziyâde helal kazanç felsefesi bunlardan sadece bir kaçı. Özemre, dükkan sahiplerinin müşterilere karşı muamelesini ve sabırlarını anlatan birçok olaya yer veriyor.
Özemre’nin kitabında verdiği örnekler okuyucunun zihninde zarâfet, diğerkâmlık, güzel ahlak, san’at ve güzel lisânın hâkim olduğu bir iklimi canlandırıyor. Böyle bir iklimde büyüyen ve serpilen bireylerin ise toplumun bu erdemleri sayesinde güzel bir eğitim aldıklarına şüphe yok. Okulun ve toplumun bir kuşun kanatları misali eğitim ve öğretimde birbirlerini tamamlayıcı fonksiyonlarını hatırda tutmakta fayda var.