Küçük Adana
“Her hafta iki kamyon sebze hasat edilirdi buradan”
“Burada yetişen salatalık bir başka olurdu, mis gibi kokardı”
“Kurumcu’nun domatesini bir görseydin, Ayaş domatesine taş çıkarırdı”
“40–50 sandık armut çıkardı benim bahçemden”
“Aşağı bahçelerden meyveleri taşımaya hayvan yetişemezdi”
“Dereden çok güzel alabalık çıkardı, küçük balıkları tilkilere atardım”
“Yukarıda Balıkçı Yusuf oturur, geçimini bu dereden balık satarak sağlardı”
Kurumcu köyünün civanmert köylüleri eski zamanları böyle anlatıyorlar bize. Verimli toprakları ve hasadın bolluğundan dolayı “Küçük Adana” derlermiş bu köye.
Etrafı keşfetmek amacıyla Ahmet Kağan ile birlikte ark boyunda ilerlemeye başlıyoruz. Bir taraftan da kuracağımız zipline için uygun ağaç ve yükselti arıyoruz. Bahçelerinin arasından geçerken sebze ekilmeye hazırhâle getirilmiş küçük bir tarlaya rastlıyoruz. Tarlayı ilginç kılan ise kenarda duran, hayvanların çekerek toprağı sürdüğü eski bir saban.
Zamanın yorgun tanığı olarak oracıkta duruyor. Ahmet Kağan’a sabanın ne işe yaradığını anlatmakta başarısız olunca iş başa düşüyor. Sabanı önden çekmeye başlıyorum. Ahmet’te sabanın kolunu tutuyor. “İşte” diyorum, “ eski zamanlarda atlar veya eşekler de bu şekilde sabanı çeker ve tarlayı sürerlerdi”.
Su arkının yanında ilerlerken otlayan bir inek sürüsüne rastlıyoruz. İneklerin yanıbaşında duran Adnan amcaya selam veriyoruz. Şimdi 60'lı yaşlarda olan Adnan amca bir süre Ankara’ya çalışmaya gelmiş gençliğinde. Ama babası erken vefat edince kardeşlerinin ve annesinin yanında durması gerektiğine karar vererek tekrar köye dönmüş. Köydeki hayatından memnun. “Bu ineklerin sütünden başka süt içmem, yoğurtta yemem” diyor. Köyün eski günlerini hasretle yâdediyor.
Ahmet Kağan’ın meraklı bakışlarına cevap olarak “İnekler alınlarının ortasını ağaca sürterek kaşınmayı çok sever” diyor. Ahmet bir müddet inekleri seyrettikten sonra çoban köpeğinin çenesini gıdıklamaya devam ediyor.
Adnan amca köpeğe bakarak, geçen haftalarda karşılaştığı ve daha önce hiç görmediği bir türdeki yılanın köpeği nasıl ısırdığını anlatıyor. Köpeğin kurtulmasını mucize olarak görüyor.
Yunus anlaşılmaz sesler çıkarmaya başlıyor. Ama ineklerde bu sesler karşılık buluyor. Yunus Afgan asıllı, oldukça genç bir çoban. Muhtarın sürüsü ona emanet. Sevecen ve şakacı yapısı sayesinde hemen koyu bir sohbete girişiyoruz. Birkaç hafta sonra sebzeler bahçelerde boy göstermeye başlayınca hayvanları artık buralarda otlatmayacağını anlatıyor. Köyde böyle bir kural var. Sebze bahçelerini korumak amacıyla hayvanlar dağın yukarı tarafındaki ormanlık alana çıkarılıyor. Bu ise imece usulu yapılıyor. Her gün bir aile hayvanları yukarı yaylaya çıkarmakla mükellef. Yaylalık alanların daha serin olması ise bu yolculuğun bir diğer sebebi.
Şimdilik yağışlar bizi bahçeyi sulamaktan âzad ediyor.
Fakat yaz ayları, sulama işinin o kadar kolay olmadığını bize gösterecek gibi duruyor. Tek tesellimiz bahçemizin yanındaki su arkı buna ek olarak köyün yanıbaşındaki gölden yazın gelecek olan su.
Köye has ata tohumlarını da toplamaya başladık. Yukarı mahalleden Fatma teyze gelecek hafta salatalık ve 2 çeşit fasulye tohumu verecek. Ayaküstü köyde tanıştığımız başka bir çiftçi ise domates ve biber fideleri verecek. İlginç bir tevâfuk eseri elimize geçen kısa Ayşe fasülyeler ekilmeyi bekliyor.Hepsi yöreye has tohumlar.
Bahçede işlerimizi bitirdikten sonra Güllü teyzeyi görebilmek umuduyla onun bahçesine doğru yürümeye karar verdik. Sadece kuşların bozduğu yemyeşil bir sessizlik, gürbüz ceviz ağaçları, birçoğu bakımsız meyve bahçeleri…Maksadımız biraz da bu havayı soluma ve kısa bir gezinti yapmak. Elimde biraz önce kopardığım ve ara sıra kokladığım limon otu var. Limon otunun yoğun kokusu bana Rebul’un Lime kolonyasını hatırlatıyor. Eşimin de limon otuyla güzel anıları var. Dedesinin kovanları bu otla temizlediğini, limon otunun güzel kokusunun arıları cezbettiğini anlatıyor. Bir müddet sonra ağırlık yapmasın diye telefonlarımızı bir kayanın üzerine koymayı öneriyorum, nede olsa aynı yoldan geri döneceğiz.
Ahmet’e kanı ısındığı her halinden belli olan bir köpek de bize eşlik ediyor. Ahmet tüm yol boyunca köpekle oynayarak ilerliyor.
Görünüşe göre Güllü abla bahçede değil. Ama bahçedeki fasulyeler, soğanlar ve patatesler biraz boy atmış, nohutlar kendini belli etmiş, salatalık, biber ve domates ise son yağmurlardan sonra topraktan çıkmışa benziyor.
Geri döndüğümüzde Ahmet arabadaki puaçasından bir parçayı köpek ile paylaşıyor. Anlaşılan o ki arkadaşımız oldukça aç.
Arabaya bindiğimizde ilk olarak yukarı mahalledeki Fatma teyzenin yanına varıyoruz. Salatalık tohumlarının sözünü alıp geri dönüş için yola koyuluyoruz.
Fakat birkaç kilometre sonra eşimle birbirimize bakıyoruz, telefonlar? Telefonları almak için tekrar bahçeye doğru yola koyuluyoruz. Telefonları alırken karşıdan gelen çift ile selamlaşıyoruz. Günün yorgunluğu ile aheste aheste ilerleyen bu çiftin de yukarı köye gittiğini öğrenince arabamıza davet ediyoruz. Yolda karşımıza çıkan ve hiç de utangaç olmayan bir sincabın elindeki uzun bir otu yemesini keyiflice seyrediyoruz. Sincabın bizden ürkerek kaçmasını bekliyoruz, ama yanılıyoruz.
Bu kısa yolculukta konu tohumlara geliyor. “Ata tohumları bizde var, istediğiniz kadar verelim” diyorlar. Kısmet ayağımıza geliyor. Bir kiloya yakın kısa ayşe fasulye tohumu ile evin yolunu tutuyoruz.
Fasulyelere çubuk dikilmesi, sebzelerin arasındaki yabani otların temizlenmesi ve bahçenin düzenli olarak sulanması pek kolay olmayacak. Bahçeyi domuzlardan ve ayılardan korumak da cabası.