Küçük fakat emin adımlarla: Japon Kalite Felsefesi- KAIZEN
Viyana Teknik Üniversitesi’nin bodrum katındaki laboratuvarda artık neredeyse miadını doldurmuş aletlerle ölçümler yapıyoruz. Amacımız, kalite kontrol süreçlerindeki standart sapmaları istatiksel olarak açıklamak, ölçüm yöntemlerini ve sistemlerini anlamak. O ders ve sonrasında aldığım six sigma yönetim sertifikası, Japonların kalite anlayışının temelini de anlamamı sağlamıştı: çok düşük standart sapma eşikleri. Bunun anlamı şuydu, eğer bir ürün, örneğin Japon yapımı bir kalem, standart ölçülerin binde biri kadar uzun veya kısa üretilmiş ise bu ürün kalitesiz olarak addediliyor ve sistem ona göre yeniden tasarlanıyordu. Six Sigma’da ise her bir milyon üretimin sadece 4 kadarının standartların dışına çıkması tolere edilebilir sınırdı.
Geçen sene Ekonomi Tarihinden Seçme Vakalar dersinde Japon kalkınma serüveninde Amerikan etkisini ele almıştık. 1950 sonrası süreçte ABD’nin Japonya’da eğitim sistemi, bankacılık sistemi, siyasi partiler, savunma ve ekonomi de dahil neredeyse her alanda yarı sömürge sayılabilecek politikalara imza attığını görmüştük. ABD savaş sonrası yıllarda Japonya’da bir komiserlik kurup tüm bu süreci yönetmişti. Halihazırda da ülke ABD’nün kendi toprakları dışındaki en büyük askeri üslerine ev sahipliği yapıyor. Tabiri caiz ise Japonya Pasifik Okyanusu’nda ABD’nin devasa bir askeri karakolu olarak konumlandırılmış durumda.
Fakat Japonya’nın kalkınma süreci ABD güdümlü olsa da ülkenin çalışma kültürü ve sosyal sermayesi de tüm bu süreci destekler nitelikteydi. Bunlardan belki de en önemlilerinden birisi, Japon kalite anlayışıydı. Zira 1960 sonrasındaki hızlı iktisadi kalkınma sürecinde Japon ürünlerinin kalitesi dünyada haklı bir üne kavuşmuştu. Bu durum Japon ürünlerinin ihracatına ve rekabetçiliğine çok önemli bir ivme kazandırmıştı.
Japonya’nın içinden geçtiği bu süreci bazı analistler aşağıdaki aşamalarla özetliyor:
- ABD ve Avrupa’dan ithal edilen teknolojilerin kapsamlı biçimde özümsenmesi
- Üretimde verimlilik artışı
- ABD’den Deming ve Juran’ın fikirlerinden esinlenerek ülke çapında kalite iyileştirme programlarının gerçekleştirilmesi
- Artan ve esnekleşen üretim kabiliyeti
Yaklaşık 1 yıldır masamda duran, yeterince demlendiğini düşündüğüm ve bu blog yazısının da konusu olan kitabın adı KAİZEN: Japonya’nın Rekabetteki Başarısının Anahtarı. Kitabın yazarı Masaaki İmai.
Aslında tüm bu süreci tetikleyen kültürel etmenlerden birisi, Japon kültüründe yer alan kendini yetersiz hissetme ve sürekli iyileşmeye açık olma hâliydi.
Bu kültürün vücut bulmuş haline KAİ-ZEN diyoruz.
KAİ-ZEN stratejisi, kitabın yazarına göre Japonya’nın rekabetteki başarısının, dolayısıyla Japon kalkınma hikâyesinin de yapı taşlarından belkide en önemlisidir. Haddizatında KAİ-ZEN, iyileşme için sürekli değişim anlamına geliyor. Değişim manasına gelen KAİ ve daha iyi anlamına gelen “ZEN” kelimelerinden oluşuyor.
Yazarımız Masaaki Imai önemli bir tespit yapıyor: “Bana göre Japon ve Batı tarzı yönetim anlayışı arasındaki en önemli fark, Batı’nın (ABD ve Avrupa) yenilik ve sonuç odaklı yönetim anlayışına karşın Japonların KAI-ZEN’i esas alan süreç odaklı düşünce tarzıdır.”
Bu anlayışın bir neticesi olarak Japon şirketleri sürekli olarak şirket içindeki sistemleri ve prosedürleri iyileştirmek için yollar arıyor. Neredeyse yönetimin odağının yarısını bu iyileştirme, yani KAİ-ZEN süreçleri oluşturuyor. Aslında bu anlayış sadece üretim süreçlerini kapsamıyor, çalışanlar ve yöneticiler arasındaki ilişkiler, pazarlama uygulamaları, tedarikçi ilişkileri gibi birçok süreç de sürekli iyileştirme yapılan alanlara dâhil.
KAİ-ZEN’e tüm çalışanların katılması ehemmiyet arzediyor. Çünkü bu anlayış sadece yöneticiler değik halkın tamamı için bir yaşam felsefesi.
Yazarımız Japon mühendislerin fabrikalarda aldığı önemli bir öğüte de yer veriyor: “herşeyi hep aynı tarzda yapmaya devam ederseniz ilerleme olmaz”
Bahse konu uygulamaların odağı çoğu zaman sonuçtan ziyade süreç. Eğer süreç düzgün yönetilirse tabii olarak daha iyi sonucun ortaya çıkacağına inanılıyor. Tabiri caiz ise Japon firmaları sonuçta ne olduğundan bağımsız olarak süreç boyunca elinden gelen gayreti gösteren çalışanına değer veriyor. Bu durum sonuç odaklı batı tarzı yönetim anlayışına ise aykırı.
KAİ-ZEN’in bir diğer temel taşını ise mevcut ile yetinmeme, mevcut durumdan tatmin olmama yaklaşımı oluşturuyor.
Bu düşünce tarzı sadece iş dünyasını da kapsamıyor. Yazarımıza göre KAİ-ZEN bir yaşam felsefesi. Aile yaşantısında ya da sosyal ilişkilerde de hâkim olan bu felsefeye göre yaşam tarzımızı da sürekli iyileştirmemiz icap eder.
Fakat buradaki inkişaf yani iyileştirme süreci ânî mi yoksa kademeli mi gerçekleşmeli? Değişimin nasıl yönetileceği konusu burada öne çıkıyor. Batı ve Japon kültürünün inkişaf sürecine yaklaşımları burada farklılık arz ediyor. Japonlar daha çok kademeli inkişaf sürecini benimserken batı tarzı yönetim anlayışında ani ya da büyük değişimler daha revaçta görünüyor.
Yazarımız Japonya’nın kademeli inkişaf stratejisinin ülkenin ekonomik kalkınma serüvenindeki en önemli dinamiklerden birisi olduğu öne sürüyor. Japon kalite yönetimi süreçleri, toplam kalite anlayışı, KanBan-Just in Time gibi kalite uygulamalar öne çıkarken KAİ-ZEN anlayışının gölgede kaldığı, öneminin anlaşılamadığı vurgulanıyor.
Masaaki’nin bu yorumları, kendisinin 1950'li yılların ortalarından 1960 yılına kadar Japon Verimlilik Ofisi tarafından ABD’de görevlendirildiği yıllara dayanıyor. Masaaki’nin görevi Japonya’dan ABD’ye gelen iş adamlarına Amerikan fabrikalarını gezdirmek, Amerikan tarzı üretim ve işletme tekniklerini Japon iş adamlarının öğrenmelerini sağlamaktı. Bu iş gezileri sayesinde birçok Japon ve Amerikalı iş adamını tanıma imkanı elde etti. Aynı zamanda fabrikaların da üretim ve işletme sistemlerini yakından görüp teknik analizler yaptı. Kitapta bu karşılaştırmalara ve KAİ-ZEN yaklaşımının pratikteki örneklerine sıklıklar yer veriliyor.
Bu süreçte Japon verimlilik ve kalite süreçlerini önemli ölçüde değiştiren bir gelişme yaşandığını eklemek gerekiyor: Edward Deming ve Joseph Juran adındaki iki Amerikan akademisyenin kalite kontrol süreçleri hakkında Japonya’ya yaptıkları katkılar.
Kalite konusunda duayenlerden olan bu iki akademisyen 1952 yılında Japonya’ya davet edildi. Deming’in sayısal yöntemlerle kalite yaklaşımının önemli 1980'lere kadar ABD’de anlaşılmazken Japonya bunların birçoğunu uygulamaya başlamış ve dünya piyasalarında kalitesiyle öne çıkmıştı. Öyle ki, 1993 ‘te Washington Post’ta yayınlanan Japonya’nın Sırrı: Edward Deming başlıklı makalede bahse konu iki yönetim danışmanının Japon firmalardaki kalite anlayışını nasıl değiştirdiği anlatılıyordu.
Japonlardaki kalite anlayışını pratikte uygulamaya koyacak araçları geliştirmede Deming ve Juran’ın önemli katkıları oldu. Hiç kuşkusuz yukarıda değindiğimiz KAİ-ZEN’in Japonlara kazandırdığı kalite ve sürekli iyileşme felsefesi olmasaydı Deming ve Juran’ın çabaları bu etkiyi yaratamayacaktı. Günümüzde Japon işletmelerde uygulanan birçok yeni sistemin ve aracın, kullanılan birçok kavramın temeli 1960'lı yıllarda geliştirilen istatiksel kalite yönetimi ve toplam kalite kontrol anlayışı ile atıldı.
Peki KAİ-ZEN işletmelerde nasıl uygulanıyor, verimi nasıl artırıyor, Japon mucizesi nasıl doğuyordu?
Bu sorunun cevabını bir sonraki yazımızda aramaya çalışacağız.
4.2 trilyon dolarlık milli geliri, 125 milyonluk nüfüsu ve 680 milyar dolarlık ihracatı ile dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olan Japonya’da tehlike çanları da çalmaya başlamış durumda.
1950 ila 2000'li yıllara kadar Japonya’nın kalkınma serüveninin motoru olan işletme yaklaşımları artık yeni dünyanın yeni gerçekleri ve sınamaları karşısında beklenen etkiyi yaratmıyor. Dijital ekonomiye geçişte beklenen dönüşümü gerçekleştirmekte zorlanan Japon ekonomisinde belirgin bir durgunluk ve inovasyon kapasitesinde düşüş gözleniyor.