Köy Odasının Gönüllü Hizmetkârı

Seyithan Ahmet Ateş
2 min readSep 19, 2020

Ankara’nın birçok köyünde hâlen varlığını koruyan köy odalarının ilki ile Susuz köyünde tanıştım. Cami cemaati, namazlardan önce ve sonra bu odada buluşuyor, sohbet edip sobanın üzerinde demlenen çaylarını yudumluyorlar.

Ankara’nın hemen çıkışındaki bu köyde Selçuklu mimari üslubunun izlerini taşıyan şirin bir cami olduğunu öğrenmemle başladı her şey.

İbrâhim ağabeyi de bu vesileyle tanıdım.

Camiyi gezdirerek tarihiyle alakalı açıklamalar yapan müezzin efendi, vaktim varsa köy odasına geçerek çay içebileceğimizi söyledi.

Kerpiç yapılı bu köy odası, belki de muhabbetin güçlendirdiği duvarlarıyla yanıbaşında yıkılmaya yüz tutmuş köy evlerine meydan okuyordu.

Aslında köyde daha önce çok sayıda köy odası vardı, ama şimdi sadece birkaç tane kalmıştı. En rağbet edilenlerden birisi de burasıydı: kendi halinde, müstakil, şirin bir oda.

İçini çepeçevre saran divanların ortasında ise nedense her zaman yanan bir soba vardı.

Sobanın öğlen veya akşam yanması belki normaldi. Ama sabah namazı çıkışında bile sobanın yandığını görünce merakla bu işle ilgilenen “hizmetkârı” merak etmeye başladım. Her gün gecenin zifiri karanlığında gelip sobayı tutuşturmak, namaz sonrası köy odasına gelecek misafirler için odayı ısıtmak fedakarlığın kaçıncı seviyesiydi?

Üstüne üstük, odaya girilir girilmez çay servisi başlıyordu. Belliki çayın suyu da önceden koyuluyordu.

Bir müddet sonra, hem câminin, hem de köy odasının gönüllü hizmetkârı olan kişinin İbrâhim ağabeyden başkası olmadığını fark edecektim.

Üşenme bilmeden, yaz kış demeden her gün köy odasıyla ilgilenen, yeri geldiğinde câmide müezzinlik yapan fedâkar İbrahim ağabey bununla da kalmıyordu.

Biz elinden almaya çalışsak da çayları köy odasında o dağıtıyor, daha önce aldığı atıştırmalıkları da çayın yanında ikrâm etmekten geri durmuyordu.

Köy odasının sıcak sohbeti, köyün yerlisi olmayan bizlere İbrahim ağabey’in gösterdiği hürmet ve muhabbet ile yıllar yılları kovaladı.

İbrâhim ağabeyin müezzinliğinde alışık olduğumuz sesi ve üslubu yerini daha kısık bir sese bıraktı. Bir müddet sonra, bu ses kısıklığının aslında köy odasında belki on yıllardır süren bir geleneğin sekteye uğraması demek olduğunu anlayacaktık.

İbrahim ağabey kansere yakalanmıştı.

Tüm uğraşlara rağmen, arkasında kendisini hayırla yâd eden dostlarını bırakarak İbrâhim ağabey dârı bekâya irtihal etti.

Belkide yüzyıllardır devam eden bir geleneğin son halkasıydı şâhit olduklarımız.

Son gördüğümde köy odasının önündeki otlar büyümüş, kuru yapraklar odanın etrafına doluşmuştu. Etrafındaki yıkık dökük kerpiç evlere inat ayakta duran bu oda belki de son demlerini yaşıyordu.

--

--

Seyithan Ahmet Ateş
Seyithan Ahmet Ateş

Written by Seyithan Ahmet Ateş

Akademisyen — Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi

No responses yet